9 Mart 2012 Cuma

ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR

KİTABIN ADI : Çanlar Kimin İçin Çalıyor

KİTABIN YAZARI : Ernest HEMINGWAY

YAYINEVİ VE ADRESİ : Varlık Yayınları Ankara Caddesi / İSTANBUL

BASIM TARİHİ : Mayıs 1996

[Resim: ernesthemmingwayforwhomls0.jpg]

KONU



Nobel Ödülü Kazanmış Olan Amerikalı Dev Romancı Ernest Hemingway ‘İn İspanyol İç Savaşını Konu Olarak Ele Alan Romanıdır.




KİTABIN ÖZETİ



Roberto Jordan; sarı saçlı, rüzgar ve güneşle yanmış yüzü, ince yapılıydı. Çok zor bir göreve seçilmişti. Gerçi daha önce birçok defa yaptığı işlerden biriydi ama yinede General Golz onu bu görev için bizzat kendi görevlendirmişti. General Golz, Roberto Jordan ‘ın şimdiye kadar çalıştığı en iyi general olmasına rağmen, tümeninin taarruza başlamasıyla beraber köprüyü uçurması gerekecekti. Uçakların bomba sesleri duyulunca köprü uçmuş olacaktı.



Aşağıda yaşlı adam onu arabada beklemekteydi. 68 yaşına rağmen dinç ve kuvvetli bir görüntüsü vardı. Dağda Amerikalıya yardım edecek çetelerin hepsini tanıyordu. Gerçi çoğu işe yaramaz adamlardı ama tren işini iyi yapmışlardı. Kashlein görevini çok iyi yapmış, treni bölgedeki çetelerle beraber havaya uçurmuştu. Daha sonrada başka bir iş esnasında ölmüştü.







Yaşlı adam Roberto ‘yu köprüye götürdü. Köprünün iki yanında iki nöbetçi vardı ve biraz uzağında 7 askerin kaldığı bir karakol vardı. Dinamitleri, yarım saatlik uzaklıkta bir tepede olan Pablo’ nun yerine götürdüler. Ağaçların arasında olan bu yerde Pablonun dört atı vardı. Pablo 50 yaşını geçmişti, çok akıllı ve tecrübeli bir adamdı. Tren işinde o da vardı. Çingene, Fernando, eşi Pilar ‘da. Tren işi esnasında kurtardıkları Maria’ yı hepsi de taşımışlardı.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet



Pablo Cumhuriyetçiydi, çetelerin hepsi Cumhuriyetçiydi. Ama köprü işini öğrendiğinde Pablo ‘nun hoşuna gitmedi bu iş. Tren işi daha mantıklı idi. Onun kadar kampta sözü geçen Pilar, Roberto ‘yu destekleyince diğerleri de desteklediler. Pilar başkanlığı Pablo ’nun elinden aldı ve köprü için Roberto ‘ya yardım edeceğini söyledi. El Sordo (diğer çete reisi) ‘nun da yardım edeceğinden şüphe yoktu. Dağlarda yüzlerce adam olmasına rağmen El Sordo ‘nunkilerle beraber topu topu 18 kişi bulabilmişlerdi. Diğerleri güvenilir değildi. Köprünün imha edilmesinden dolayı Pilar ve Sordo adamlarıyla beraber bu bölgeyi terk etmek zorunda kalacaklardı. O akşam Sordo gelmeyince ertesi gün Pilar ve Maria ‘yla beraber, Roberto Jordan El Sordo ‘nun yanına gitmeye karar verdiler. Maria trenden baygın halde kurtulmuştu. O zamanlar saçı tamamen kesilmiş olmasına rağmen, büyüdükçe Maria güzelleşmişti. Daha tamşah bir gün olmasına rağmen Maria ve Roberto birbirlerini sevmişlerdi. Pilar, Roberto ‘dan bu iş bitince kızı götürmesini istemiş, Roberto ‘da kabul etmişti.



El Sordo Cumhuriyetçi ruhunu dağlarda koruyan ender çete reislerinden biriydi. Roberto Jordan, El Sordo ‘nun kendisine yardım edeceğinden emin olmuştu. Altı at vardı. El Sordo, daha sonraki kaçış için gereken atları bulmak için gayret göstereceğini söyledi. Ne de olsa köprü işinden sonra buralardan gitmek zorunda kalacaktı.



Roberto, Maria ve Pilar akşama doğru barınaklarına döndüler. Pablo köprü işinden yana değildi. Roberto Jordan onu öldürmek zorunda olduğunu biliyordu. Diğer adamların hepsi de onun ölmesini istiyorlardı. Köprü işini bozabilirdi Pablo. Bir an mağaradan dışarı çıkan Pablo ‘nun kaçtığını düşündü herkes. Çünkü kaçarken birkaç dinamit lokumu da götürmüştü.



Roberto dışarıda yatmaya alışkındı. Gece bayağı ilerlemiş ve Maria ‘nın güzelliği onu büyülüyordu. Maria sıcacıktı. Bir ses üzerine arkaya dönünce Faşist Süvarilerden birini karanlıkların arasından zorda olsa seçebildi. Tabancasıyla onu vurdu. Tam kalbine gelmişti mermi. Diğer süvarilerinde gelmesi yakındı. Adamlarıyla beraber pusu kurdu ve kardan ayak izini takip etmesini beklediği diğer süvarileri bekledi. Süvariler bekledikleri gibi geldiler. Onları farketmemişlerdi, ama ilerlemelerine devam edip gittiler.



Silah sesleri Sordo ‘nun barınağından geliyordu. Atları satan Sordo ’nun yerini bulmuşlardı. Birkaç saat sonra silah sesleri kesildiğinde Sordo ve adamları ölmüştü.



Artık yalnızdılar. Andreas ‘ı, Roberto ‘nun verdiği notu götürmek için General Golz ‘un yanına gönderdi. Köprü sabaha uçurulacaktı.



Pablo gece yarısı beş abamla geldi. Pablo kaçamamıştı. İhaneti kendine yedirememişti. Roberto Pabloyu karşısında görünce ümitlendi. Köprü işi olabilirdi.



Pilar ve yanındakiler üstteki karakolu, Pablo yeni getirdiği beş atlı ile alttaki karakolu imha edecekti.



Uçakların bombaları sabaha karşı duyuldu, Anselmo ve Roberto köprüdeki iki nöbetçiyi öldürdüler. Roberto dinamitleri yerleştirirken acele edemezdi. Neredeyse başarmak üzereydi. Diğer iki karakoldan silah sesleri ardı ardına geliyordu. Dinamitleri yerleştirdi ve Anselmo ile beraber ipi germeden köprüden bir miktar uzaklaştılar. Pilar ve yanındakiler karakolu halletmişlerdi ama iki adamı ölmüştü Pilar‘ın. Roberto ipi çekti ve köprü ortadan ikiye ayrıldı. Gökden yağan demir parçalarından biri Anselmo ‘yu öldürmüştü. Yaşlı adam çok küçük gözüküyordu.



Pablo tek başına kurtulmuştu tanktan. Karakolu imha edememişlerdi ama Pablo tek başına kurtulmuştu. Artık herkese yetecek kadar at vardı. Maria çok seviniyordu, Roberto yaşıyordu. Atlarla hızla ilerliyorlardı. Pablo ‘nun kaçmak için çok güzel planları olsa gerekti.



Bayırı çıktıkça Roberto ‘nun atı yavaşlıyordu. Zavallı hayvanın nefesleri bile hızlanmıştı. Büyük bir gürültü ile Roberto ‘nun ayağı, düşen atın altında kalmıştı. Ayağı kırılmış ve kırık kemik Roberto ‘nun kaslarını yırtmıştı. Daha fazla ilerleyemezdi…

RAMALI RIZA BEY VE MİLLİ MÜCADELEDEKİ HİZMETLERİ

DRAMALI RIZA BEY VE MİLLİ MÜCADELEDEKİ HİZMETLERİ

Osman Akandere ve Ferudun Ata,

Temel Yayınları,

tarih,

229 sayfa




[Resim: zbk3356348250cv2.jpg]

öDramalı Rıza Bey ve Milli Mücadeledeki Hizmetleri', Anzavur isyanı ve Akbaş Cephaneliği Baskını ile ünlenen Dramalı Rıza Bey'in hayat hiköe2yesini anlatıyor. Aynı zamanda, eski Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinden olan Rıza Bey, Damat Ferit Paşa'ya suikast planlamış, bir ihbar sonucu yakalanmıştı. Divan-ı Harp'ta yargılanan Rıza Bey, 1920 yılında idam edilmişti. Kitapta, Rıza Bey'in 1. Dünya Savaşı öncesinde, savaş esnasında ve Milli Mücadele yıllarındaki çalışmaları, suikast girişimi ve bunun sonrasındaki akıbeti anlatılıyor.

GALİBA BEN SANATÇIYIM

Adı: Galiba Ben Sanatçıyım

Yazarı: Müjdat Gezen

Yayınevi: Can Yayınları

1.Baskı Yılı: 2003

Sayfa Sayısı: 148




[Resim: galibabensanatciyimbi8.jpg]



Gırgıriye’ serisini bilmeyeniniz yoktur. Hani Sulukule’de geçen kavgalı, gürültülü, çok eğlenceli komedi filmleri. MSM’yi de duymuşsunuzdur. Müjdat Gezen Sanat Merkezi. İşte benim de Müjdat Gezen hakkında tüm bildiklerim bunlardan ibaretti. Pek sıcak bulmamışımdır, Gezen’i. Dolayısıyla sıkı sıkıya takip etmedim hiç bir zaman.



“Galiba Ben Sanatçıyım” ise ona karşı (nedendir bilmem) sahip olduğum önyargıları törpüledi. İçten bir kitap. Kitabın arka kapağında da yazıldığı gibi aslında bir ‘anı’ kitabı olmaktan çok bir çeşit ‘anımsamalar’ kitabı olmuş. Pek de güzel olmuş. Kronolojik sıra olmadığı için takipte güçlük çekmiyor, rahatlıkla okuyabiliyorsunuz. Ta 29 Ekim 1943′de başlayıp 2003′e kadar süregelen bir hatıralar silsilesi. Kimler yok ki içinde? Münir Özkul, Kemal Sunal, Savaş Dinçel, Aziz Nesin, Ajda Pekkan, Suna Selen, Gülriz Sururi… Hepsinin bilinen, bilinmeyen yönleri.



İşte, böyleleri öldü müydü ben de ölüyorum onlarla. Şimdi bu kadar boşu boşuna yaşayan adam dururken, Can Yücel neden ölsün? Ama ölüyor işte. Aziz Nesin gibi, Orhan Kemal gibi, Sadık Ağabey gibi… Onlarla aynı çağda yaşamak ayrıcalıktır. Bir de benim başka bir ayrıcalığım var. Onlarla birlikte yaşadım. Aynı evde, aynı masalarda, aynı imza günlerinde, aynı işyerlerinde… Bu ne güzel bir duygudur anlatamam.



Kırgınlıklar, küskünlükler de var anılarında; rakı sofraları, gazinolarda. Eskinin İstanbul’u, Anadolu’su, darbe öncesi-sonrası Türkiye yılları bir sanatçının gözünden aktarılmış. Çok da güzel aktarılmış. Çünkü yazarın tatlı dili insanı okurken yormuyor.



Onları ahlaklarıyla baş başa bıraktım. Gelgelelim hiçbiri yüzüme bakamıyorlar. Çünkü yüzüme yüzleriyle bakmaları gerekiyor. Eeee?



Kitabın içinde ailesinin, arkadaşlarının, bizim de tanıdığımız sanatçı ve yazarların da bulunduğu iki küçük fotoğraf albümü var. Bana yabancı olan kişilerin fotoğraflarına bakmayı pek sevmem. Kimdir, nedir bilmediğimden olsa gerek hep ‘bana ne!’ demişimdir. Ama kitabı okurken o kişilerle tanışıyorsunuz. Böylece onlar artık yabancıların resimleri olmaktan çıkıyor. Kendi hatıralarınızın bir parçası gibi oluyorlar.



Komik ve şaşırtıcı anılarla dolu kitabın ikinci kısmı ise özellikle Aziz Nesin’e ayrılmış gibi. Zaten Gezen’de söylüyor bunu. ‘Aziz Nesin’i iki cümleyle geçiştiremem’ diye. Benim gibi Aziz Nesin’i seven biriyseniz kitabın ikinci kısmında birinci kısmına nazaran daha çok keyifleneceğinizi, aynı zamanda daha çok hüzünleneceğinizi söyleyebilirim.



Sonradan bunların ülkücü mafya olanları çıktı birdenbire. Hem ülkücü, hem mafya, nasıl olunuyorsa artık. Ama olunur be… Yakışır da… Çünkü bunların mafya olmayanlarından ne çok tehditler almıştık vaktiyle. Yazılı, sözlü, telefonlu. Çok şükür ayaktayız. Onların daha belalıları, dinciler türedi sonradan. Onlarda yakamızı bırakmadılar. Ama tümü korkak ve aşağılık olduğundan insan korkamıyor da. Biz de Aziz Ağabey gibi korku duvarını mı aştık nedir?



Kısacası okunması kolay, akılda kalıcı anekdotlarla dolu, eğlenceli bir kitap.

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK?

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK?

Cüneyt Arcayürek,

Detay Yayıncılık,

siyaset,

368 sayfa




[Resim: r3ms0.jpg]

Cüneyt Arcayürek, 'Atatürk'ten Sonra Bugünlere Nasıl Geldik?'te, Atatürk'ün ölümünden sonra iktidara gelen siyasi anlayışların din konusunda verdikleri ödünlere odaklanıyor. Arcayürek, gericilik hareketlerinin ve Atatürk devrimlerinden sapmaların 1946'dan itibaren başladığını savunarak, bugün ülkenin dinci bir devletin kurulması tehlikesiyle yüzyüze kaldığını iddia ediyor. İsmet İnönü önderliğindeki CHP iktidarlarında dincilere ödün verildiği; bu dönemde Atatürk devrimlerinden sapmaların başladığı; Celal Bayar-Adnan Menderes yönetimleri boyunca da karşı devrim hareketlerinin hızından hiçbir şey yitirmediği, Arcayürek'in kitabında yer alan konulardan birkaçı.

ŞİİR ÇEVİR, DENİZE AT

ŞİİR ÇEVİR, DENİZE AT

Çeviren ve hazırlayan: Cevat Çapan,

Cumhuriyet Kitaplar,

antoloji,

559 sayfa




[Resim: 162791pq4.jpg]

Cevat Çapan'ın, uzun yıllara yayılan çabalarının ürünü olan 'Şiir Çevir, Denize At' isimli bu antoloji, 'Şiir Atlası'ndan Bir Seçki' alt başlığını taşıyor. Antolojide, otuz bir ülkeden, yetmiş dört şairin yüzlerce şiiri yer alıyor. Bu şiirlerin çoğunluğu da, 1993 yılından 2004 yılına kadar, Cevat Çapan'ın Cumhuriyet gazetesinde, önce Cumartesi ekinde, daha sonra da Kitap ekinin 'Şiir Atlası' sayfalarında yayınlandı. Çevirilerin süreli bir yayında yer alması, günümüz dünya şiirini geniş bir okuyucu kitlesine ulaştırmak gibi, Türkiye edebiyatına önemli bir katkıda bulundu. Şiirlerin bir antolojide yayınlanmasının da, onları daha kalıcı hale getirdiği ise kuşkusuz.

SENİ BEKLERKEN

SENİ BEKLERKEN

Raşit Keskin,

Çizgi Kitabevi,

şiir,

41 sayfa




[Resim: 131004du1.jpg]

Raşit Keskin, höe2len Konya Anadolu Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği görevini sürdürüyor. Keskin, uzmanlık alanına yönelik kitap çalışmaları dışında, bir senaryo ile 'Gemi' ve 'Beşinci Mevsim' gibi edebiyat dergileri de çıkardı.

Keskin'i ilk şiir kitabı olan 'Seni Beklerken'in yayınlanması vesilesiyle kutluyor, şiir üretimlerinin devamını diliyoruz. Kitapta yer alan 'Saçlarının Med Zamanı' isimli şiirden bir alıntı:



"her dilde bir parçamı bırakarak

geri çekilirken

göçebe hüzünler biçiyorum

adı konulmadık boşluklara



hüzünle yazılıyor

her dilde aşk

ve temize çekilmiyor ayrılıklar

henüz

sabır tutulması çağındayım aşkın

sürgün nehirler yükseliyor

kalp atışlarımda (...)"

ERKEK NEDEN HATIRLAMAZ, KADIN NEDEN UNUTMAZ?

ERKEK NEDEN HATIRLAMAZ, KADIN NEDEN UNUTMAZ?

Marianne J. Legato,

çeviren: Meral Gaspıralı,

Altın Kitaplar,

kişisel gelişim,

287 sayfa




[Resim: 2914282le3.jpg]

Marianne J. Legato, 'Erkek Neden Hatırlamaz, Kadın Neden Unutmaz?'da, erkek ve kadınların birbirinden farklı yaradılışılara sahip olduğunu ve bir ilişkinin daha sorunsuz yaşanabilmesinin, bu farklılıkları iyi bilip onları kabullenmekten geçtiğini savunuyor. Hatta Legato'ya göre, bu farklılıkların ve buna dayalı çatışmanın asıl gösterdiği ayrıntı da, iki cinsin de birbirlerinden öğreneceği çok şey olduğudur. Çünkü yazara göre, iki cins arasındaki farklar, genelde olduğu gibi bir çatışma yaratmak yerine, bir zenginliğe dönüşebilir.

UNUTULMUŞ SOSYALİST: ESAT ADİL

UNUTULMUŞ SOSYALİST: ESAT ADİL

Emin Karaca,

Belge Yayınları,

biyografi,

414 sayfa




[Resim: 2927792t.jpg]

Emin Karaca, 'Unutulmuş Sosyalist: Esat Adil'de, 1904-1954 arasında yaşayan, Türkiye sol hareketin önemli isimlerinden Esat Adil Müstecaplıoğlu'nun hayatını, mücadelesini ve eserlerini anlatıyor. Kitapta, Kuvayi Milliye Hareketi'ne katılmaktan, Nazi ordularına karşı gerilla savaşı hazırlıkları yapmaya; Adiloğlu lakabıyla kronikler kaleme almaktan, bu nedenle İsmet İnönü'yü dahi karşısına almaya; Türkiye Sosyalist Partisi'ni kurmaktan, çıkardığı çok sayıda dergiye kadar, Müstecaplıoğlu'nun kısacık hayatına sığdırdığı çok sayıda pratik değerlendiriliyor.

DEVLETİN ŞAMARINI YİYENLER

DEVLETİN ŞAMARINI YİYENLER

Nevzad Sudi,

Siyah Beyaz Yayınları,

anı,

199 sayfa




[Resim: 2915392so6.jpg]

Gerçek adıyla A. Nevzad Odyakmaz, anılarında, 1945 yılında hiçbir eylemde bulunmamalarına rağmen, en büyük suçları Nöe2zım'ın kitaplarını el altından okumak olan dört solcu gencin Sansaryan Han'a götürülüşünü anlatıyor. Odyakmaz'ın da aralarında bulunduğu bu gençler, 1945 yılının Sirkeci'deki meşhur Sansaryan Han'ında, zor günler geçirmişti. Sudi anılarında, Han'da kaldığı zaman zarfında tanık olduğu sıkıntılı günlerin yanı sıra, İsmet İnönü döneminde yaşanan gözaltıları, Sansaryan Han'ın 'Parmaksız Hamdi' ismiyle ünlü emniyet amirini, Varlık Vergisini ve Tan Matbaası olaylarını da anlatıyor

DÜRÜSTLÜK SEVGİLİ ÇOCUĞUM

Dürüstlük, Sevgili Çocuğum

Erdal Atabek

Cumhuriyet kitapları

Türü: Kişisel Gelişim

Sayfa: 216




[Resim: mid8128sr2.jpg]



“Dürüstlük insan ahlakının temelidir. Ama dürüstlük nedir?...Dürüst olmak, gerçekleri kabul etmektir. Dürüst olmak, her şey ve herkes için aynı

ilkeleri geçerli kılmaktır. Dürüst olmak, her zaman ve her koşulda doğru bildiğinin yanında olmaktır. bunlardan ötürü de dürüst olmak çok zor bir şeydir.” Erdal Atabek’ten kişisel gelişim için bir rehber kitap...

ANZAK TÜRKLERİ KİTABI ÖZETİ VE TANITIMI

ANZAK TÜRKLERİ

Mustafa Balbay

CUMHURİYET KİTAPLARI

Türü: Gezi-İnceleme

Sayfa: 232 sayfa + 32 sayfa renkli föy (kuşe), toplam 264 sayfa




[Resim: anzakojc3.jpg]



Pek çok coğrafyayı yazdım: Yemen’i anlattım; Türkler Mezarlığı diye... Orta Asya’yı anlattım; Orta(daki) Asya Ülkeleri diye... Balkanlar’ı anlattım; bal tadı, kan kokusu diye... Afrika’yı anlattım; Uçlar diye... Çin’i anlattım; Uzun Yürüyüş diye... Amerika’yı anlattım; Tarihin Arka Odası diye... Uzak-yakın savaş diyarlarını anlattım; Ülkelere Değil Savaşa Düşmanım diye...Bu kitapların hemen tümünde Türkiye’nin de adı geçti. Ama elinizdeki çalışma hem Türkiye’nin yüreği hem en uzağı... Hem Türkiye’nin önsözü hem son sözü!Çanakkale’ye yaptığım pek çok gezinin ardından savaşın öte yakasındaki Anzaklar’ın ülkesi Avustralya’yı da dolaştım. Cephenin iki tarafındaki Mehmetçik’in ve Anzaklar’ın savaştan sonra da birbirine kin beslemediğini gördüm. Mustafa Kemal’in, Anzaklar için kullandığı “Onlar da bizim evlatlarımız olmuşlardır” tanımı Avustralya’da da çok iyi biliniyor. Kitabın adı da sanıyorum buna yakışır: Anzak Türkleri!Kitapta; Çanakkale cephesinin iki yakasını, Avustralya’ya akın eden Türk işçilerinin öykülerini, kıtanın gerçek sahipleri Aborijinlerin son durumunu ve “dünyanın en güzel şehri” unvanını gururla taşıyan Sidney’i bulacaksınız

DERİN SUÇUN KÜRESEL OTORİTESİ

DERİN SUÇUN KÜRESEL OTORİTESİ

Murat Çulcu,

E Yayınları,

siyaset,

764 sayfa




[Resim: 130572xv3.jpg]



Murat Çulcu'nun 'Derin Suçun Küresel Otoritesi' isimli bu kitabı, kendisinin 'Türkiye'de MAFİA'laşma-nın Kökenleri' dizisinin beşinci kitabını oluşturuyor. Çulcu'nun, kapsamlı çalışması, ele aldığı konuyu 'MAFİA-İhtilal' çerçevesinden değerlendirirken, oldukça uzun bir zaman aralığında deviniyor. Dolayısıyla kitapta, Venedik Oligarkları, ordular, bürokratlar, devlet adamları, generaller, diplomatlar, finans ve ticaret manipülatörleri, Masonlar, Tapınak Şövalyeleri, Conversolar, Mitracılar, İsmailiye, Haşhaşiye, Haçlılar, 1821 Mora İsyanı ve 1820 Sicilya-Napoli ayaklanmaları gibi, çok sayıda konu, ayrıntı yer alıyor. Tüm Gladioların anasının Carbonarizm olduğunu söyleyen Çulcu, Rum ihtilal örgütü olan Eteria'nın zemininde de Carbonaria-Mafia yapılanması olduğunu savunuyor. Kitap, söz konusu örgütlerin, dinsel, siyasal hesaplaşmalarını ve bunların belirlediği günümüz dünyasını anlatıyor.

BİZ HİÇ MODERN OLMADIK

BİZ HİÇ MODERN OLMADIK

Bruno Latour,

çeviren: İnci Uysal,

Norgunk Yayıncılık,

felsefe,

181 sayfa




[Resim: 132590eu6.jpg]



Kuşkusuz modern hayat, beraberinde getirdiği sıkıntılar ve hayal kırıklıkları nedeniyle, hiçbir zaman bir "altın çağ" olamadı. Fransız antropolog Bruno Latour'a göre, bu modernlik süreci hiç başlamadı bile. Yani kitabın başlığında da belirttiği gibi, 'Biz Hiç Modern Olmadık'.

Altbaşlığı 'Simetrik Antropoloji Denemesi' olan kitapta, Latour, modern anayasanın hep asimetrik kaldığını, şeyleri temsil etmekle yükümlü bilimsel iktidar ile özneleri temsil etmekle yükümlü siyasal iktidar arasında hep bir ayrım icat ettiğini ve bu ikisi arasında kurulan ağların gücünü görmezden geldiğini savunuyor. Latour, "Modernler hem gerçekliği, hem dili, hem toplumu, hem de varlığı istemekte pekalöe2 haklıdırlar. Haksız oldukları nokta onların sonsuza dek çelişkili olduklarını sanmaktır," diyerek modern, antimodern ve postmodern süreçleri masaya yatırıyor.

YAŞAMAK EŞİTTİR YAZMAK KİTABI ÖZETİ

YAŞAMAK EŞİTTİR YAZMAK

GÜRSEL AYTAÇ KİTABI

Yayına hazırlayan: Yıldız Ecevit, M. Osman Toklu ve Sevil Onaran,

Hece Yayınları,

inceleme,

344 sayfa




[Resim: 132766md7.jpg]



Alman edebiyatı profesörü Gürsel Aytaç, Türkiye yazınına çeviri, inceleme, eleştiri ve tanıtım yazıları gibi, birbirinden oldukça farklı alanlara katkıda bulunmuş, değerli bir isim. Önemli bir çabanın ürünü olan, 'Yaşamak Eşittir Yazmak: Gürsel Aytaç Kitabı', Aytaç için kaleme alınmış çok sayıda yazı ile kendisiyle yapılmış bir söyleşi-den oluşuyor. İlk gençlik yıllarında başladığı yazılarını, sonraları da aksat-madan sürdüren Aytaç, Türkiye edebiyatına onlarca kaynak kitap sundu. Bu çalışma, Aytaç'ı, edebiyat bilimci, eleştirmen, çevirmen, edebiyat tarihçisi ve aynı zamanda insan yönleriyle ele alıyor.

TROYA'NIN DÜŞÜŞÜ KİTABI ÖZETİ

TROYA'NIN DÜŞÜŞÜ

Peter Ackroyd,

çeviren: Mehmet H. Doğan,

Yapı Kredi Yayınları,

roman,

207 sayfa




[Resim: 9789750813825za6.jpg]



Peter Ackroyd, 'Troya'nın Düşüşü'nde, hayalperest kahra-manı Heinrich Obermann'ın hiköe2yesini anlatıyor. Fakat Ackroyd'un romanındaki Obermann karakteri, bir zamanlar Türkiye'ye gelerek Ege kıyılarındaki Hisarlık'ta arkeolojik kazılar yapan Alman arkeolog Heinrich Schliemann'ın ta kendisidir. 1860'ların sonunda, Homeros'un İlyada'da anlattığı Troya'nın, Hisarlık olduğuna inanan Schlemann, tezini ispatlamak için Troya'da kazılara başladı. Tezinin doğruluğunu ispatlamak için kimi zaman aşırıya da kaçarak bilimsel olmayan yollara başvuran Schliemann, aslında tam bir hayalperestti. İşte roman, Obermann karakteri üzerinden, Schliemann'ın bu ünlü hiköe2yesini kurguluyor.

KABALA SIRI KİTABI ÖZETİ TANITIMI

KABALA SIR

Michael Berg,

Çevirmen : Işıl Ölmez,

Goa Yayınları,

2008,

108 sayfa.




[Resim: 132053yl2.jpg]



Evren vermek üzerine kurulmuş bir sistemdir, vermek evrenin doğal akışıdır. Ağaçlar meyve verir, güneş, ısı ve ışık verir. Fiziksel dünyada hiçbir şeyi vermeden alamayız, hatta dahası, ancak verdiğimiz kadarını alırız. Vermenin, paylaşmanın bilincine ulaşmadan elde ettiklerimiz asla kalıcı olmayacak, yoluna girmiş gibi görünen hayatımız kısa süre sonra eski halini alacaktır. Hepimiz bir şeyler istiyoruz, daha çok, daha çok istiyoruz.

Michael Berg'in yazdığı Kabala Sır, özet haliyle yaşamın özünü anlatıyor. Michael Berg'in amacı dünyadaki amacımıza dair gündelik kavrayışımızın, kelimenin tam anlamıyla, nasıl tersine olduğunu göstermek. İşte size kitaptan bir alıntı: "Çok eskiden Yakup adında fakir bir mum yapımcısı vardı. Adam elmasların alelade çakıl taşları kadar çok olduğu esrarengiz bir adadan bahsedildiğini duymuştu. Böylece Yakup evinden ayrılıp en yakın limana doğru yola koyuldu. Orada elmas adanın gerçekten var olduğunu öğrendi, ama acele etmesi gerekecekti. Adaya sadece her yedi yılda bir, bir tekne gidiyordu ve o da az sonra yola çıkıyordu! Yakup tekneye koştu.

Adaya vardığında duyduklarının hepsinin doğru olduğunu gördü! Her yer kumsaldaki kum taneleri gibi elmaslarla doluydu. Eve döndüğünde nasıl zengin olacağını hayal ederek dizlerinin üzerine çöken Yakup torbalarını ışık saçan değerli taşlarla doldurdu.

Nasıl olduysa tam o sırada ada sakinlerinden biri ona yaklaştı. 'Torbalarını bu değersiz çakıl taşlarıyla doldurarak zamanını boşa harcıyor-sun' dedi yeni gelen. 'Yedi yıl burada kalacağın için kendine bakmanın bir yolunu bulsan iyi edersin. Bir mesleğin var mı?'

öBen mum yaparım' dedi Yakup. 'Çok güzel. O zaman mum yapmaya başlasan iyi olur.' Yakup aynen bunu yaptı ve çok geçmeden giderek büyüyen bir iş kurdu. Aslında, kendisiyle rekabet edecek başka bir mum yapımcısı olmadığı için adadaki en önemli adam haline geldi. Daha Yakup farkına varamadan yedi yıl geçmişti.

Nihayet bir gün tekne geldi.

Bunu gören Yakup telaş içinde eşyalarını toplayarak tekneye bindi. Eve döndüğünde ailesi sabırsızlıkla bavullarına baktıktan sonra gözlerini hayret içinde Yakup'a dikti. 'Hazine nerede?' diye sordu karısıyla çocukları. 'Gideli yedi yıl oldu. Bir tomar mumla geri döndün!'

Yakup gülmekle yetindi. Anlamıyorlar mıydı? Mumlar onu adada önemli bir insan yapmıştı! Konuşmak için ağzını açtığında birden hakikati gördü. Ya gitmesindeki amacı unutmuştu; höe2löe2 evden ayrıldığı sırada sahip olduklarından daha değerli bir şeyi yoktu."

Gerçek neşe ve doyuma ulaşmanın tek yolu paylaşan bir varlık haline gelmektir. Artık Sır'ı öğrendiniz! Neden neşeli ve doyumlu bir haya-tın sizi es geçmeye devam ettiğini sorabilirsiniz.



Tülin Penso

İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE PETROPOLİTİK

İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE PETROPOLİTİK

Hikmet Uluğbay,

De Ki Yayınları,

tarih,

456 sayfa




[Resim: zbk973945oi371250cp7.jpg]

Hikmet Uluğbay'ın 'İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik'inin ilk baskısı 1995 yılında yapılmıştı. Kitabın bu genişletilmiş baskısı da, konu hakkında çok sayıda yeni bilgi ve belgeler barındırmasıyla dikkat çekiyor. Uluğbay çalışmasında, insanın petrolle ilk buluşmasını anlatıyor ve ardından, bu maddenin dünyanın geleceğini ne şekilde etkileyip dönüştürdüğünü ele alıyor. Kitabın öne çıkan yönü, Osmanlı'nın sahip olduğu devasa petrol kaynakları nedeniyle, 1. Dünya Savaşı esnasında Batılı güçler tarafından sömürge haline getirilişini analiz etmesidir denebilir. Uluğbay bu dönemi adım adım, Batılı petrol şirketlerinin sahip olduğu imtiyazlar üzerinden izliyor.

TÜRKİYE'DE KARANLIK SAVAŞ KİTABI ÖZETİ

TÜRKİYE'DE KARANLIK SAVAŞ

Barış Doster,

Bizim Kitaplar,

siyaset,

232 sayfa




[Resim: turkiyevekaranliksavas2iz8.jpg]

Barış Doster, 'Türkiye'de Karanlık Savaş'ta, "Yaşadığımız dönem, Türkiye'ye yönelik kuşatmanın, Türkiye üzerindeki karartmanın doruğa çıktığı bir dönem," diyor. Doster, Türkiye'de sadece siyasi ve iktisadi alanda değil, toplumsal, kültürel, manevi ve ahlaki değerlerin de çöktüğünü, çürüdüğünü söylüyor. Yazara göre buna neden olan araçlar da, aslında karanlık savaşın birebir unsurları olan psikolojik harp, algı yönetimi, siyasi, ekonomik ve kültürel yönlendirmelerdir. Doster'in ilk olarak, karanlık savaş araçlarını ele aldığı çalışması, ABD'nin Türkiye ve bölge üzerine hesaplarını, ekonominin dış politikada önemini ve kuşatılmışlık karşısında Türkiye'nin güç alabileceği tarihsel birikimini anlatıyor.

MODERN MİLLİYETÇİLİK VE DİN KİTABI ÖZETİ

MODERN MİLLİYETÇİLİK VE DİN

Salo Wittmayer Baron,

çeviren: Mehmet Özay,

Açılım Kitap,

sosyoloji,

424 sayfa




[Resim: 129384lz8.jpg]

öModern Milliyetçilik ve Din', modern dünyada hem milliyetçiliğin hem de dinin birbiriyle ilişkisine odaklanması yönüyle oldukça ilgi çekici bir çalışma. Salo Wittmayer Baron'un yaklaşımının, bu iki olguyu birbirinden bağımsız olmaktan çok, birbiriyle ilişkili bir biçimde ele alması, çalışmayı daha da nitelikli kılıyor. Kitapta, ulus fikrinin hangi dönemde ortaya çıktığı; milliyetçiliğin fikir babalarının kimler olduğu; Ortodoks

Çarlığı ile Papalık'ın işlevinin ne olduğu; dinöee milliyetçiliğin ne olduğu, nasıl anlaşıldığı ve nihayet, dinöee milliyetçiliğin, medeniyetler arasındaki ilişkileri nasıl belirlediği, kitapta cevaplanan sorulardan birkaçı.

MÜKEMMELLİĞİN REHBERİ KİTABI ÖZETİ

MÜKEMMELLİĞİN REHBERİ

Robin Sharma,

Çeviren: Tülin Penso,

GOA Yayınları,

2008,

224 sayfa.




[Resim: 9789944291408zc3.jpg]

Ferrarisini Satan Bilge, Koza Kelebeği Bilmez, Ermiş Sörfçü ve Patron ve Sen Ölünce Kim Ağlar kitaplarıyla Türkiye'de ve dünyada bestseller yazar mertebesine erişen Robin Sharma, Mükemmelliğin Rehberi'yle müdavimleriyle buluşmaya devam ediyor. Aslen liderlik, performans ve kişisel gelişim konularında uzman olan Sharma, kişilerin hayatlarını yeniden gözden geçirmeleri konusunda pozitif önerilerde bulunuyor.

Robin Sharma, Mükemmelliğin Rehberi'nde 101 farklı başlık altında topladığı konularını Mahatma Gandhi'den Bon Jovi'ye kadar tanınmış birçok kişinin yaşamlarından ve başarıya giden yolda hangi düsturları benimsediklerinden, doğrularından ya da yanlışlarından örneklerle açıklıyor. Birey olarak kişisel ve iş yaşantımızda en mükemmeli olmak adına işadamı değil işin kendisi olmanın asıl olduğu üzerinde duruyor. Hiçbir şeyin başarı kadar başarısız olamayacağını belirten yazar, kişilerin, şirketlerin para ve başarı kazanmaya başladıkları dönemin özensizlik hatasına en çok düştükleri zaman dilimi olmasından dem vururken, başarılıların tam bu anda daha alçakgönüllü ve gelişime açık olmaları konusunda uyarıyor. Öte yandan başarısızlığa uğramanın başarıyı daha çabuk getireceğini ve risksiz ödülün de kazanılmayacağını belirten rehber, bu konuyu Mark Twain'in bir sözüyle zenginleştiriyor; "Yirmi yıl sonra yaptıklarınızın değil, yapamadıklarınızın hayal kırıklıklarını yaşayacaksınız."

İşte ve evde standartlarımızı yükseltmek için gelişmek, gözlemlemek, bağlanmak ve uyum sağlamak gibi liderlik ilkelerini sıralayan kitap, hedef belirlemek için geçerli olan nedenlere de sayfalarında yer veriyor. Hedef belirlemeyi mükemmelliğe giden yolda oynanan cesur bir oyun olarak nitelendirirken hedefe kenetlenmenin basit ama güçlü bir nokta olduğunu belirtiyor. Liderlik kavramının altını deşip, önem verilen konularda adil olmanın, doğru olanı yapmanın ve sonuca ulaşmanın başarılı liderliğin olmazsa olmazları diye sunuyor.

Çizgi film kahramanlarından da feyzalan yazar, sonsuz iyimser olmak, insanlara değer vermek, yaratıcı olmak, gülmek ve eğlenmek gibi eylemlerin onlarda can bulduğunu hatırlatıyor. Kendi gerçeğimizden ve hayallerimizden uzaklaşıp başkalarının onayladığı şekilde yaşamak zorunda kalmamanın hayır diyebilmeyi öğrenmekle mümkün olacağını belirtirken önemsiz bir şeye her evet dediğimizde önemli bir şeye hayır dediğimizin altını çiziyor.

Mükemmellğin Rehberi, yazarının hem ilk kitaplarını okuyanların hem de kişisel gelişim kitaplarına meraklı olanların ilgisini çekeceğe benziyor.



Bahar Güler

EL öc2LEMİN SÖZLERİ KİTABI ÖZETİ

EL öc2LEMİN SÖZLERİ

Kıvanç Nalça,

Altın Bilek Yayınları,

2008,

235 sayfa.




[Resim: zbk335286gi872250pw5.jpg]

Sosyal dengesizleşme, pek çok unsuru bir arada bulunduran bir değişim sürecinin sonucu olarak olmasa bile, bir geçiş adımı olarak bugün hayatımızın temeline yerleşti. Buradan hareketle, gerçek olarak algılanan pek çok şeyin, aslında birer kandırmacadan ibaret olduğu tezi rahatlıkla kabul edilebilir. Öyleyse, bu yol bizi, gerçekliği zamandan, meköe2nsal tutarlılıktan ve kişiler arasındaki birleşimlerin gündeliğinden kurtararak nasıl anlatmamız gerektiği sorusuna götürür ki, kendisine bu soruyu dert edinmiş olan Kıvanç Nalça, bilinen bir çöl gezintisi öyküsünün içine, kısıtlanmışlık hallerini de katarak, meköe2nsız, zamansız, boyutsuz bir kitap yaratmış El öc2lemin Sözleri'yle.

Bir köle ile efendisinin ilişkileri üzerine kurulmuş ve kölenin özgürleşmesiyle sonuçlanan karmaşık ilişkiler yumağı, kölenin kendi içine yaptığı yolculukları çölde tekrar etmesi ve sorgudan geçirilirken kendisini sorgulaması gibi temel bazı bölümlere ayrıştırılabilecek romanın başarısı, çoklukla dili ustaca kullanışı ve meköe2nsızlığı birbirine ustaca bağlamasıyla doruğa ulaşıyor.

Bir kölenin ağzından, dünya düzenine ve mevcut yapıya eleştiriler yöneltilen romanda, geçmiş zaman kokusunu almak da mümkün. Romanın çarpıcı bazı sahneleri, 'Uyumazlar Meseli' gibi geçiş ve dolgu bölümleri ile roman, aslında çağdaşlığın değişik bir ifadesi olarak da karşımıza çıkıyor. Ve sonuçta okur, kendisini, kendi kendini sorgulamaya mecbur bırakılıyor. Yazıyı kitaptan tadımlık bir alıntıyla bitirelim: "Çatlamış bir ayna düşünün. Söylemek istediğim, kırılıp parçalara ayrılmak değil. Derin çatlaklarla bölünmek ama höe2löe2 aynı çerçeve içinde kalmak. Paramparça, bir garip bütünlük içinde, birbirlerine benzeyen suretler düşünün... Siz o aynaya bakıyorsunuz. O çoğalan suretlerinizden hangisini inandırıcı bulurdunuz?"

Unutmadan ufak bir ayrıntı daha: Kıvanç Nalça'nın Çıplak ve Hiçmasal adlı kitaplarını beğenenler yazarın son romanı El öc2lemin Sözleri'ne oldukça yakın bir yerlerde duruyor.

DEĞİŞTİRİLEN GEN Mİ? SEN Mİ? EVREN Mİ?

DEĞİŞTİRİLEN GEN Mİ? SEN Mİ? EVREN Mİ?

Prof. Dr. Şeminur Topal,

Yeni İnsan Yayınevi,

2007,

192 sayfa.




[Resim: 127366an7.jpg]

Doğal kaynakların hızla tüketilmesi bilimsel araştırmaları yeni kaynak arayışında biyoteknolojiye yöneltti ve ilgi gen değişimi-aktarımı üzerine yoğunlaştı. Daha ziyade tıp ve endüstri alanlarında uygulama sahası bulan biyoteknoloji uygulamaları 90'lı yılların ortalarından itibaren tarımda Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların (GDO) kullanılmasıyla tartışılmaya başladı. Çiftçiler, bilim insanları, çevreciler ve tüketiciler itirazlarını toplumsal ve siyasal hareketler aracılığı ile yükseltiler. Eleştirilerin merkezindeyse çevre, sağlık, ekonomi, hukuki ve etik kaygılar bulunuyor.

Yıldız Teknik Üniversitesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. R. Şeminur Topal Değiştirilen Gen mi? Sen mi? Evren mi? adlı kitabında modern biyoteknoloji uygulamalarını, biyogüvenlik ihtiyacının nedenlerini, transgenik teknolojisini ve taşıdığı potansiyel riskleri, bu risklerin önlenebilmesi için gerekli mekanizmaları ele alıyor. Yazar bu konuları irdelerken "Transgenik uygulamaların tarımsal sürdürülebilirlik ve toplumsal güvence acısından ayrıntılı olarak irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekliliğine" vurgu yapıyor. Tarımda bir dönüşümün yaşanacağının işaretlerinin belirginleşmeye başladığı ve zengin bir biyolojik çeşitliliğe sahip ülkemizde ise biyogüvenlik konusunda ulusal herhangi bir norm, kural ve yönetmelik bulunmaması Topal'ın çabasını daha anlamlı kılıyor.

Transgenik teknoloji ve uygulamalar hakkında bilmediklerimizin bildiklerimizden daha çok olduğunu savunan Topal, transgenik ürünlerin uzun dönemde insan sağlığı ve çevre üzerinde yaratabilecekleri olumlu/olumsuz etkiler konusunda yeterli bilgi olmadığını ekliyor ve ayrıca bilmediklerimizin daha da önem taşıyan nitelikte olma olasılığını yüksek olarak değerlendiriyor. Bu noktada akla hemen ihtiyati tedbirler akla geliyor ki Türkiye'nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Cartagena Biyogüvenlik Protokolü'ne göre ihtiyati tedbir hukuksal olarak işletilebilir ve üye ülkeler genetiği değiştirilmiş ürünlerin ithalatı esnasında her türlü tedbiri alma hak ve yükümlülüğüne sahip. Yasal olarak Türkiye'de genetiği modifiye ürün ekilmiyor. Fakat yasal boşluk transgenik ürünlerin kontrole tabi tutulmadan sadece ithalatçının beyanıyla ülkeye girmesine neden olabiliyor.

Topal kitabında sadece potansiyel risklere ve evrensel kaygılara işaret etmekle kalmıyor, ulusal ve uluslararası planda etkin politikalar oluşturma, kontrol süreçlerini ve toplumun müdahil olabilme mekanizmalarını ortaya çıkarabilme konularında önerilerini ortaya koyuyor.

Barış Gençer Baykan

BATTAL GAZİ KİTABI ÖZETİ

BATTAL GAZİ

Ziya Şakir,

Kaktüs Yayınları,

roman,

319 sayfa




[Resim: 2916952ht2.jpg]

Ziya Şakir'in 'Battal Gazi' isimli bu romanı, önemli bir tarihi figür olan ve 680-740 yılları arasında yaşayan Seyyid Battal Gazi'nin hayatını, Bizans ordusuna karşı savaş veren İslam ordusunun yardımına gelişi gibi maceralar ekseninde anlatıyor. Ziya Şakir, Osmanlı İmparatorluğu'nun son yılları ile Cumhuriyet'in ilk yıllarının güçlü kalemlerinden biri. Tarihteki ünlü isimlerin hayatını, edebi bir üslupla aktarması, Şakir yazının karakteristik özelliğini oluşturur. Bu kitap için de aynısı söylenebilir. Ziya Şakir'in metni, Battal Gazi'ye dair biyografik bir metin olarak da düşünülebilir. Eser, bu tarihi figürün hayatını anlatırken, onun yaşarken katıldığı savaşlardan ölümüne kadar geçen süreyi de kurguluyor.

LA COLMENITA, KÜÇÜK ARI KOVANI KİTABI

LA COLMENITA, KÜÇÜK ARI KOVANI

Hazırlayan ve çeviren: Ulvi İçil ve Esra Karaköse,

Yazılama Yayınları,

tiyatro,

155 sayfa




[Resim: 2913752wu0.jpg]

öKüçük Arı Kovanı', uluslararası üne sahip Küba Çocuk Tiyatrosu Kumpanyası'nın bir müzikal oyunu. Bu kumpanyanın en önemli özelliği, engelli ve sağlık sorunları yaşayan çocukların da oyuna dahil edilmesidir denebilir. Örneğin bu oyundaki çocuklardan bazıları tekerlekli sandalyede yeteneklerini sergilerken, down sendromlu çocuklar, oyununun finalindeki dansı gerçekleştiriyor. Turnelerle Küba dışına çıkan, fakat en çok da kendi ülkelerindeki turnelerle Küba'nın her yerine ulaşan bu tiyatro topluluğunun oynadığı oyunların en karakteristik özelliği de, sevgi, kardeşlik, paylaşım gibi pozitif duyguları öne çıkarmaları.

GÜÇ OYUNU KİTABI ÖZETİ

GÜÇ OYUNU

Joseph Finder,

çeviren: Fatih Hasan Yüksel,

Bilge Kültür Sanat Yayınları,

roman,

336 sayfa




[Resim: 2920732ab0.jpg]

Joseph Finder'in gerilim romanı 'Güç Oyunu', modern hayatın "güvenli" ortamından oldukça uzak, vahşi doğanın göbeğinde yer alan King Chinook isimli bir dağ evinde geçiyor. Dağ evi, Hammond Aerospace şirketinin üst düzey yöneticilerinin, şirket dışı toplantılarını yaptıkları yerdir. Bu halkaya son anda, şirketin alt düzey çalışanlarından olan Jake Landry de dahil olur. Landry, hiyerarşik yapının alt kademelerinde olduğundan, üst düzey çalışanlar tarafından önemsenmez, hatta küçümsenir. Fakat tam bu esnada dağ evi, silahlı, eli kanlı katiller tarafından basılır. Bu adamların üstesinden gelebilecek tek isim de, zamanında onlarla aynı dili konuşmuş Landry olacaktır.

LAL AĞITLAR KİTABI ÖZETİ

LAL AĞITLAR

Mustafa Sancar,

Berfin Yayınları,

roman,

207 sayfa




[Resim: 2918312wh5.jpg]

öLal Ağıtlar', Mustafa Sancar'ın daha önce yayınlanan 'Aze'nin Yakarışı' isimli romanının ikinci cildi. 'Dünya Gözlü Sevgili', 'Palyaçonun Ayna Sığınağı' ve 'Aze'nin Yakarışı' isimli romanlarıyla hatırlanacak Sancar, bu son romanında da Cevahir isimli karakterinin hiköe2yesine kaldığı yerden devam ediyor. İçi sevgiyle dolu Cevahir, yaşadığı coğrafyanın şiddete meyilli anlayışınca "erkekten" sayılmaz. Sancar'ın romanının birinci cildi, gayri meşru bir şekilde hamile kaldığı için, töreler gereği öldürülmesine karar verilen Aze ile Cevahir'in hiköe2yesini anlatıyordu. Aze'nin doğum yapmasına kadarki süreyi kapsayan romanın bu cildinde de, iki karakterin toplumla giriştikleri zorlu mücadele anlatılıyor.

TUBA VE GECENİN ANLAMI KİTABI ÖZETİ

TUBA VE GECENİN ANLAMI

Şehrnuş Parsipur,

çeviren: Yıldırım B. Doğan,

Destek Yayınları,

roman,

336 sayfa




[Resim: 2922222rb0.jpg]

İranlı yazar Şehrnuş Parsipur, 'Tuba ve Gecenin Anlamı' isimli bu romanında, İran İslam devriminden sonra, ülkede yaşanan kaotik durumu, kahramanı Tuba'nın sembolik anlamlarıyla öne çıkan rüyaları üzerinden anlatıyor. Roman, Tuba'nın gece vakitlerinde gördüğü masalsı düşleri, gerçek hayatta yaşanan sıkıntılar ekseninde anlatır. Hep güzelliği, dinginliği ve mutluluğu simgeleyen bu rüyalar, aslında, dönemin İran'ında yaşanan sıkıntılardan kaçışın birebir ifadesidir. Parsipur, kahramanının rüyalarını kurgularken, haksızlıklara, adaletsizliklere ve zulme baş kaldırmayan halk ile İran'ın baskıcı yönetimlerini eleştirilerinin başlıca hedefi yapıyor.

KEKLİK KİTAPI ÖZETİ

KEKLİK

Fakir Baykurt,

Literatür Yayıncılık,

roman,

341 sayfa




[Resim: 2900752pp9.jpg]

Fakit Baykurt'un, ilk baskısı 1975 yılında yapılan 'Keklik' romanı, kahramanı Yaşar'ın, dedesi Elvan Çavuş'la birlikte, haksızlıklarla mücadelesini anlatıyor. Dökülcek köyünden olan Yaşar, kırda bulup büyüttüğü bir kekliğe bağlanır. O dönemlerde, gerek Dökülcek gerek civar köyler, Amerikalıların av alanıdır. Günün birinde, Amerikalı avcılardan biri, Yaşar'ın kekliğini görüp onu almak ister. Yaşar'ın babası da, kendisine iş bulur umuduyla kekliği Amerikalı'ya hediye eder. Bunu öğrenen Yaşar ve dedesi, durumu kabullenmez: kekliğin peşinden ta Ankara'ya giderler. Fakat Ankara'da haksızlığın, ahlaksızlığın ve hukuksuzluğun egemen olduğunu gören dede ve torun, düzenle mücadele etmeye karar vereceklerdir.

KIRK YIL KİTAPI ÖZETİ VE TANITIMI

KIRK YIL

Halit Ziya Uşaklıgil,

Özgür YaYınları,

anı,

967 sayfa




[Resim: 2912762za5.jpg]

Halit Ziya UŞaklıgil'in 'Kırk Yıl'ı, Türkiye edebiyatında anı türüne en iyi örneklerden biri. Kitap, sadece Uşaklıgil'in yetişme ve olgunluk dönemini değil, tanıklık ettiği 2. Abdülhamid döneminin toplumsal yaşamını, başta Servet-i Fünun olmak üzere, dönemin kültür ve edebiyat çevrelerini ayrıntılı bir şekilde ve özgün bir üslupla gözler önüne seriyor. Dolayısıyla bu kitabın, en çok başvurulan ve kullanılan bir kaynak eser olması da boşuna değil. Kitap, yazarın çocukluğu, okul hayatı, iş hayatı, edebiyat dünyasına girişi, Servet-i Fünun yazı çevresinin kalemlerinden biri oluşu, Dolmabahçe Sarayı'nın Mabeyn Başkitabet Dairesi'ndeki görevi gibi, yaşamının ilk kırk yılındaki anılarını kapsıyor.

MİLLİYETÇİLİK VE ÇETELERİ KİTAPI ÖZETİ

MİLLİYETÇİLİK VE ÇETELER

Mehmet Altan,

Hemen Kitap,

siyaset,

231 sayfa




[Resim: 2916722py0.jpg]

Mehmet Altan, 'Milliyetçilik ve Çeteler'de, Türkiye'deki siyasetlerin ve toplumun milliyetçiliğe bakışını irdeliyor. Samuel Johnson'ın "Her alçağın son sığınağı milliyetçiliktir," sözünden hareket eden Altan, Türkiye'deki milliyetçiliğin de, ülkedeki yoksulluğun, eğitimsizliğin, cahilliğin, hukuk dışı örgütlenmelerin üstünü örten bir işlev yüklendiğini söylüyor. Yazılarında, yapılmış anket çalışmalarından da yararlanan Altan, Türkiye'deki "vatanseverlerin" sürekli vatan sevgisinden bahsedip, vatandaşın yaşadığı yoksulluğu görmezden geldiğini belirtiyor. Altan, oldukça basit veriler üzerinden, ülkedeki çarpık anlayışı anlatıyor ve okuru da milliyetçilik anlayışıyla hesaplaşmaya çağırıyor.

ŞİİR SEÇKİSİ 2008 KİTAPI

ŞİİR SEÇKİSİ 2008

Neşe Yaşın,

Amargi Yayınları,

şiir,

72 sayfa




[Resim: neseyeni479c691dpj1.png]

Neşe Yaşın'ın ilk şiir kitabı, 1979 yılında yayınlanan 'Sümbül ile Nergis'ti. Aradan geçen zamanda, Yaşın'ın bir romanı ile dört şiir kitabı daha yayınlandı. 'Şiir Seçkisi 2008', şairin daha önceki şiirlerinden bir seçki ile dört yeni şiirinden oluşuyor.



'Gölge' şiirinden bir alıntı:



"Zaman siler

uzaklaşan bir gemidir anılar

Fırtına deprem ve kasırga

hepsini aşar küçük kızlar

Sokaklar da bir evdir

belki de daha kardeş yabancılar

En doğrusunu

yürek söyler

babalar gidince

kendi gölgesini görür çocuklar

Sen ki asla bağışlamazdın

işlemediğimiz suçları bile

senin yazdığın kader defterine

uymadım

kendimi seçtim

Yaşken eğdin

nasıl da nasıl da acıttın dallarımı (...)"

TARİHİN İZİNDE KİTAP TANITIMI

TARİHİN İZİNDE

İlber Ortaylı,

derleyen: Cem Küçük,

Profil Yayıncılık,

tarih,

204 sayfa




[Resim: 130917ls4.jpg]

öTarihin İzinde', tarihçi İlber Ortaylı ile yapılmış on üç söyleşi ile farklı yayın organlarında yayınlanmış sekiz makalesinden oluşuyor. Gerek söyleşilerde ve gerekse de makalelerde, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihine dair ilginç ayrıntılar ve tezler yer alıyor. Yahudilik ve Müslümanlıkta din ile devletin birbirinden ayrılmasının imkansız olduğu, Ortaylı'nın dikkat çeken tezlerinden biri. Çünkü kendisine göre, iki din de, insanların yirmi dört saatini ayarlar. Sultan Abdülaziz'in öldürüldüğü; Osmanlılar zamanında Arapça ve Farsça konuşanların, günümüzde İngilizce konuşanlarla aynı orana sahip olduğu; son padişahın hazineyi soyup gitmediği, kitaptaki ilginç konulardan birkaçı.

BELALI AŞK

BELALI AŞK

Elena Ferrante,

çeviren: Meryem Mine Çilingiroğlu,

Literatür Yayıncılık,

roman,

144 sayfa




[Resim: 2881212ow3.jpg]

Elena Ferrante en çok, 'Ayrılık Günleri' ismiyle sinemaya da uyarlanan 'Sen Gittin Gideli' romanıyla bilinir. 'Belalı Aşk' da, bir aşk cinayetinden hareketle, bu duygunun ne denli büyük bir tutku, hatta saplantı haline dönüşebileceğini hiköe2ye ediyor. Romanın kahramanı Delia bir gün, annesi Amalia'nın denizde boğulduğunu öğrenir. Annesiyle ilişkilerinde sürekli sorun yaşamış Delia kendini, bu ölümün ardındaki gerçekleri öğrenmek zorunda hisseder. Fakat araştırmaları, onu sırlarıyla yüzyüze getirecektir. Zira, annesinin geçmişte yaşadığı tutkulu ve saplantılı yasak aşk, Delia'yı, çocukluğunda kalan karanlık sırlarla da hesaplaşmaya götürecektir.

ANNE KAFAMDA BİT VAR KiTAPI TANITIM

Adı: Anne Kafamda Bit Var

Yazarı: Tarık Akan

Yayınevi: Can Yayınları

1. Baskı Yılı: 2002

Sayfa Sayısı: 198




[Resim: annekafamdabitvaryw7.jpg]



Bilirsiniz Tarık Akan’ın sinemada iki farklı dönemin eseri olarak iki farklı duruşu vardır. İşte bu kitap Tarık Akan’ın daha sonra sosyal içerikli filmlere ağırlık vereceği 12 Eylül dönemini bir sanatçı gözünden ortaya koyuyor.



Tarık Akan 80 askeröee darbesinden birkaç ay sonra Almanya’da yaptığı bir konuşma yüzünden Türkiye’ye döndüğünde tutuklanır. Böylece sorgulamalarla, zor şartlar altında geçecek ve aklanmasıyla son bulacak bir süreç başlamış olur.



Kitabın gövdesini oluşturan tutukluluk sürecinde Tarık Akan, kendisinin ve onunla aynı kaderi paylaşan diğer tutukluların maruz kaldıkları baskıları, itilip kakılmaları; içinde bulunulan zor şartları anlatıyor. Kitabın bir bölümünde ise Yılmaz Güney’in ünlü Yol filminin zor şartlar altındaki yapım sürecini ele alıyor.



Çekim boyunca atla aramızda inanılmaz bir bağ kurulmuştu. Bana duyduğu sevgi ve bağlılığı hayvanın gözlerinden okuyordum. Bu sahnede tabancamı çekmeli ve kurşunu atın kafasına sıkmalıydım. "Ben bu atı öldüremem, yakın plan başkasının elini çek" dedim. “At öldü Tarık gel" dediler. Koşarak gittim, paltomu giydim. At kafasını kaldırıp bana baktı, ölmemişti. Baş çavuşa gittim. “Mermi ver at ölmemiş" dedim. Yeğen onuda atın kafasına sıktı. Sonra ben tekrar sahne aldım. Tam çekime geçilecekken, hayvan yine gözlerini açtı, bakışlarıyla beni arıyordu. Bayılacak gibi olmuştum, çıldıracaktım. Yöre halkı adamdan (baş çavuştan) yalvara yakara üç mermi daha almıştı. Yeğen kurşunları boşalttı. At bu kez öldü.



Tarık Akan’ın yazarlık gibi bir iddiası olduğunu sanmıyorum. Zira ancak bu sebeple anlatımındaki zayıflığı gözardı edebiliriz. Ayrıca kitap çok fazla tekrarlardan oluşuyor ve özellikle sürekli olarak bitlerden bahsedilmesi insanı bir süre sonra kaşıntıya sevkediyor. Aynı şekilde günlük olaylar da sürekli olarak tekrarlanıyor.



Bir eleştiri de kitabın baskısıyla ilgili. Yazı puntoları adeta ilkokul seviyesindeki çocuklar için seçilmiş. Bu nedenle 198 sayfalık bu kitap aslında normal punto ile yazılmış 150 sayfalık bir kitabın muadili olarak düşünülebilir.



Hem sayfa sayısının azlığı hem de merak uyandırıcı öğelerin varlığından dolayı bir çırpıda, elden bırakmaksızın okunabilecek bir kitap. 12 Eylül döneminin sancılı sürecini farklı bir bakış açısıyla ele alan bu kitabı konunun meraklıları her halüköe2rda zevkle okuyacaklardır.

SİZCE SİZ NEDEN VARSINIZ? HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

Felsefe- Ruhsal Gelişim- Psikoloji



amin Zefrel- Kendince bir his

Ecce yayıncılık 444 sayfa

2008




[Resim: aminzefrelcomjr8.jpg]

[Resim: w500.png]



Evet, kıyametim kopmuştu,

Kıyametimdeki sur beynimde bir kez üflenmişti bile.

Dur diyemezsin, son diyemezsin.






…Öncelikle sadece kendinsen




Sadece en azından şu an kendinsen, ya da kendin olmayı daha önceden seçebilmişsen, sadece kendin için, öncelikle sadece kendine sor.



Neden varım ben?

Kim için?

Ne için?

Hangi amaç için?




İnanın ki dayanılması güç şeylerdir gerçek cevapları, ne güldürür ne ağlatır, sadece susturur ve düşündürür.



Hazır mısınız? Ne gülmeye, ne ağlamaya, sadece düşünmeye?



Kendin için, şimdilik sadece kendin için...











…Sizce neden varız biz?



Bir insan, neden var olduğunu hiç düşünmez mi?



Anlatılanlarda bir neden aramaz mı hiç?



Düşünmeden etmeden koşulsuzca inanmak mı gerek? Yoksa üzerinde vicdanımızı rahatlatacak cevabı bulana kadar araştırmak mı? Konu ciddi. Neden var olduğun, yani ben, sen, ya da onlar, bu aslında hepimizin sorunu, bu aslında hepimizin kendi oyunu…



Bunu en başta kendim için yapmam gerekmez miydi, aklım ilk başıma geldiği zaman?



Şimdiye kadar neden hiç düşünmedik ki?



Şimdi biraz da bunu düşünsek, biraz da bunu sorsak kendimize?



Neden varım ben?











…Tesadüf mü desek?



Ne kadar alışmışız değil mi her şeyi tesadüf sanmaya, öyle yormaya. Zamanında “ne büyük tesadüf” ya da “aman tesadüf işte” dediğimiz birçok olay, bizleri ne kadar yanlış bir girdabın içine sokmuş meğer. Tesadüfe olan inancınız bittiğinde emin olun ki siz de zamanında ne kadar yanlış yaptığımızı anlayacaksınız. Tesadüfe olan inancınızı bitirirseniz hayatınızdaki inanılmazlıklara emin olun ki inanamazsınız. Mesela şu an bitirin. Bunu bitirdiğiniz andan itibaren tesadüf sandığın tüm o şeylerin neden olduğunu düşünmeniz gerekmez mi?



Düşün bakalım sence ne, neden?



Dolayısı ile bu kitabı okuyor olmanız da tesadüf değil, öyle değil mi?



Hiçbir dinde, hiçbir kitapta, Allah’ın yasalarında ve bilimde bile tesadüf olmaz ise, sizce sizin şu an bu kitabı okuyor olmanız tesadüf mü peki?



Yaşamdaki hiçbir şey tesadüf değilse ve her olayın da bir amacı varsa, bu kadar hassas bir konu hakkında bilgi edinmeye başlarken, özgür düşüncenize ve sizin için amaçlanmış bu sahneye özen gösterin, çünkü yaşam adına önemsemediğiniz bu sahneler size kendini anlatana kadar hayatta farklı yollarla hatırlatılacaktır.



Her olay bir derstir hayatta ve tesadüf bu yüzden yoktur.



Eğer eksiğin varsa, ya da sorunların yoksa!



Yoksa zaten tesadüfü içinde barındırmayan hayat senin bu kitabı okumana sebep olur muydu?



Düşünün.

Bu kitap size gelirmiydi, hissedin!



Peki öğrenmen gereken bir şey olmasaydı, sence tesadüfü içinde barındırmayan hayat seni bu dünyada hala var eder miydi?



Hayat bir okul, bunlar da okulun dersleri. Bu okulun kurucusu Allah, işleteni yasalar, kurallarını koyan da vicdanlarımızdır. Alınmayan ders her zaman alınmaya mecburdur. Bu yaşam okulundaki derslerden bütünleme ile geçmek olmaz; geçene kadar dersi işlemek vardır.



Bu hayat okulunda herkes önce sadece kendinden sorumludur. Kendi sorumluluklarını yerine getiremeyen bir insan başka bir insanın sorumluluğunu alabilir mi?



Şimdi sizden tek ricam; kendi aklınıza ve mantığınıza uygun gelmeyenler üzerine, kendi vicdanınızı kullanarak düşünmeniz. İnsan ancak kendi başına birey olabildiği, kendi hayatı adına kararlarını kendi verebildiği zaman bu okuldaki sınıfta olduğunun farkına varabilir.



Kendini hissedebilir.



Kim hayra ve barışa yönelik bir iş yaparsa KENDİ lehinedir. Kötülük yapanda KENDİ aleyhine yapmış olur. Sonunda Rab’binize döndürülürsünüz. (Casiye 15.ayet)



Kendi olamayan, kararlarını kendi veremeyen, kendini ve hayatını sevmeyen hiçbir insan okuldaki ilk dersten yani ‘kendinin ve neden var olduğunun farkına varmak’ tan geçemez !



Dünya üzerindeki yaşam sürprizlerle dolu koca bir serüvenin başlangıcıdır. İster oyununuzun farkına varıp kendinize gelin, isterseniz başkalarının oyunlarında piyon olmaya devam edin.



Ona ayetlerimiz okunduğu zaman eskilerin masallarıdır derler. ( Mutaffifun 13. Ayet )



Ayette yazan bu düşünce ile neden var olduğumun peşinde bilgi edinmeye başlarken edindiğim ilk izlenim en önemli olanın, insanın en başta kendi olabilmeyi başarması ve bütün sorularının cevaplarını ancak bu yolla bulabilmesidir.



Her ümmet için biz bir ibadet şekli belirledik; onlar onu izlerler. Artık bu iş konusunda seninle çekişmesinler. Sende Rabb’ine dua et. Sen elbette ki şaşırtmadan yol aldıran bir kılavuzun ardındasın. ( Hacc 67. ayet )



Maddi veya manevi, kimsenin etkisinde kalmamak, sadece Allah’ın etkisinde olmak en doğru yolu buldurandır.



Şimdi şunu anlayın ve hissedin; hiçbir kutsal kitap masal değildir. Sadece masalsıdır. Bütün kutsal kitapları en yüce insanlar yani peygamberler yazmıştır, yazdırılmıştır.



İlham katılmaması mümkün mü?



İçlerinden buna inanacak var, inanmayacak var.Bozguncuları Rabbin daha iyi bilir. (Yunus 40. ayet)



Ve şimdi artık sadece kendiniz olun…

Ve sorularınızı sadece Allah’a sorun...

Cevap mı? Çevrenize bakın ve anlayarak kutsal kitapları okuyun...



Ben okudum, sordum, baktım, gördüm, yazdım.

Siz de okuyun, sorun, bakın, görün, yaşayın ya da okuyup inanmayıp görmeden yaşamaya devam edin...



Ne de olsa elbet göreceksiniz, ne de olsa elbet bileceksiniz!



Sonrasını, öncesini.



Zamanı tamamen size kalmış!






Kendince bir his'ti önceleri, sonraları vuku buldu...

[Resim: aminzefrelcom2bb8.jpg]

[Resim: w500.png]



Kitap hakkında detaylı bilgi için yazarın kendi adresine bakabilirsiniz. aminzefrelcom



Sevgiler

tayyimekan / Arif MUTİ ( kitap tanıtım )

Kaderiniz sizin elinizde Ama nasıl?

Beden ve ruh bütünlüğü, ruhun bedenden çıkması, ruhun kaç gram geldiği derken bir şeyi unuttuk: Henüz bir bedene kavuşmamış ruhlar neredeler?

Zamanın ve mekanın olmadığı bir evren: Tayyimekan. Her evren gibi orada da şifreler, olasılıklar, ırklar ve savaşlar var. Tayyimekan'da; bedene kavuşacak olan bir ruhun heyecanına,

imkansızı isteyen bir bilim adamının azmine, yıllar önce oğlunu kaybetmiş bir annenin acısına, bilinmezliğe doğru giden bir bilgenin seyahatine ortak olacaksınız.

Hayal gücünüzün sınırlarını zorlamaya başlayın, Arif Muti'nin keşfettiği evren hareketleniyor, Tayyimekan efsanesi başlıyor.



kitapdan bi bölüm :



"yusuf : Hocam herkes kendi kaderini seçer diyorsunuz, ne bilim, ben niye dünyanın en zengini olmayı seçmemişim ki ?"

mehmet hoca : zenginlik; iki lokma ekmeği sağlık ve huzurla yiyebilmek, değil mi ?